You are here

Nail Satlıgan’ın Türkiye solu içindeki yeri

On yıl olmuş. On yıl boyunca Türkiye’nin Marksist iktisatçıları ekonomi politiğin eleştirisine vukufunu günceli yorumlarken ustalıkla uygulayan bir kalemin yazdıklarını okuyamadı. On yıl boyunca Türkiye sosyalist hareketi, onun dost ama uyarıcı sesini duymadı. On yıl boyunca devrimci Marksist hareket teorik kavrayış bakımından en ileri temsilcilerinden birinden yoksun kaldı. On yıl boyunca arkadaşları, yoldaşları ve öğrencileri Nail Satlıgan’dan mahrum kaldı.

Bu on yıl boyunca, bir eğilimin adım adım yol aldığını gözledik. Nail Satlıgan’ın ekümenik üslubu, yani sosyalist solda kimseyi kırmadan dökmeden tartışmaya, mümkün olan her koşulda birlikte yürümeye yatkın tutumu, yazdıklarının ve söylediklerinin içeriği üzerinde tahrifata, fikirlerinin perdelenmesine mazeret yapıldı. Nail Satlıgan ait olduğu politik akımdan, yani kendine devrimci Marksist diyen, başkalarının daraltmak, yalıtmak ve hatta aklınca karalamak için Trotskist (ya da Troçkist) olarak andığı akımdan koparılmaya çalışıldı. 

Biz Nail Satlıgan’ın değerini defalarca anlattık. Daha hayattayken, 2011 Haziran’ında Kapital çevirisinin birinci cildinin yayınlanması onuruna Yordam Kitap tarafından düzenlenen toplantıda onun böyle bir iş için ne kadar uygun olduğunu, onu, tanımayanlara tanıtabilmek için anlattık. Sonra bu konuşmamız, Devrimci Marksizm’in izleyen sayısında, o konferansta yapılmış diğer konuşmalarla birlikte (Nail Satlıgan’ın konuşması da dâhil) yayınlandı (1). Ölümünden bir hafta sonra Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin ev sahipliğinde yapılan veda töreninde yaptığımız konuşmada anlattık. O toplantının ertesi günü Gerçek gazetesi sitesinde o konuşmada da ele aldığımız bazı temaları işlediğimiz bir yazımız yayınlandı (2). Bu yazı daha sonra Devrimci Marksizm’in hazırladığı Nail Satlıgan dosyası içinde de çıktı (3). Ölümünün birinci yıldönümünde bir anma yazısı yazdık, bu yazı Gerçek gazetesinin sitesinde yer aldı (4). Nihayet, Nail Satlıgan’ın ölümünden sonra Yordam Kitap tarafından yayınlanan doktora tezine bir önsöz yazdık (5).

Ölümünün onuncu yıldönümü vesilesiyle yazılmakta olan bu yazı bir övgü yazısı olmayacak. Bu yazı Nail Satlıgan’ın kişisel hasletlerini değil, Türkiye solunun tarihi, özel olarak da düşünce tarihi içindeki yerini ele alacak. Zira Nail Satlıgan’ın Türkiye solunun tarihi içindeki yeri tahrifata uğruyor. Onun 39 yıllık arkadaşı, düşünsel ve siyasi olarak onunla sayısız alanda işbirliği yapmış biri olarak böyle bir tahrifata karşı durmanın, bu eğilimle mücadele etmenin önemli olduğunu düşünüyoruz. Nail Satlıgan kendisi, Türkiye solunun tarihini ta 1965’ten (yani 15 yaşından itibaren) içinden yaşadığı için çok iyi bilirdi ve bu tarihin çarpıtıldığı kanaatine vardığı zaman, bazen ölçüsüz bir sertlikle ve kararlılıkla buna karşı çıkardı. Onun tarihin doğru yazılması konusundaki titizliğine biz de katılıyoruz. Dolayısıyla, bu yazı Nail Satlıgan’ın kendi kişisel tarihinin Türkiye solunun tarihinin içine nasıl yerleştiği konusunda olacak.

Tahrifatın kolaylığı ve kolaycılığı

Solun düşünsel ve siyasi hayatında çarpıtma çok yaygın bir sorundur. Türkiye’ye özgü değildir. Her ülkede çok çeşitli nedenlerle sık sık ortaya çıkan bir olgudur. Sayısız nedeni vardır. Belirli konuların anlaşılmasının zorluğu birçok tanığa ve gözlemciye şeyleri olduğundan farklı gösterir. İnsan belleğinin yıllar üzerinden aşınması birçok şeyin yanlış hatırlanmasına yol açar. Bazen Anglo-Saksonların “wishful thinking” olarak andığı, insanın kendi dileğini gerçeğin yerine koyması rol oynar. Ama bunlardan daha sinsi, daha art niyetli, daha planlı nedenleri de vardır. Kimi, etkili düşünürleri kendi yanına çekmek ister. Kimi, rakip olarak gördüğü akım ve kişileri etkisiz ve yalnız göstermek ister. Kimi, belirli konularda bütünüyle hemfikir olan düşünürleri birbirinden kopararak kendine bir sembol şahsiyet yaratmaya girişir. Kimi, salt kıskançlıktan fikirleri çekiştirir, değiştirir, tahrif eder. Yani, tarihyazımının genel sorunlarının yanı sıra, manipülasyon, kasıtlı çarpıtma, hakikate aykırı değerlendirme de solun düşünsel ve siyasi hayatında yaygın olarak görülen uygulamalardır.

Tek bir örnek vereceğiz. Zira bu örnek düşünce tarihinde “tahrifat” olarak anılması gereken uygulamalar açısından ders kitaplarına girecek kadar çarpıcıdır. Son zamanlarda solun düşünce tarihinde sistemli bir tahrifata şaşkınlık içinde tanık oluyoruz. İnternetin hiç beklenmedik kaynaklara erişimi olanaklı kılan doğası, tahrifatın erkenden teşhir olmasını olanaklı kılıyor. İnternetin gayya kuyusunda karşımıza çıkan iki doktora tezi, bir de yüksek lisans tezi, bu tahrifatın tutarlı bir biçim almış olduğunu düşündürüyor bize (6). Bu tezlerin ortak konusu, Türkiye’de sivil toplum tartışmalarının değerlendirilmesi. İlginç olan şu: Bu tezlerin bibliyografyalarında 11. Tez dergisine en ufak bir atıf yok! Aradan yaklaşık 40 yıl geçtiği için hatırlatalım: “sivil toplumculuk” 12 Eylül askerî yönetiminin karanlık günlerinde Yeni Gündem adlı derginin yaymaya başladığı bir yaklaşımdı. Buna karşı 1985 yılı Kasım ayından itibaren 11. Tez adında, “sivil toplumculuk” ile mücadeleyi açıkça gündemine almış bir teorik dergi yayınlanmaya başladı. Biz de bu girişimin ön kademesinde yer aldık. Bu yazının konusu açısından daha önemlisi, derginin isim babasının Nail Satlıgan olmasıydı. 

Şimdi, şayet 11. Tez marjinal bir dergi olmuş olsaydı, toplum üzerinde, hatta solun kendi daha dar dünyası üzerinde etkisi çok sınırlı kalsaydı, “sivil toplumculuğun” tarihî gelişmesi içinde oynadığı rolün ihmal edilmesi o kadar ciddi bir yanlış olmazdı. Ama 11. Tez, o dönemde, Türkiye solunun üç alanı (yurtiçinde dışarıda olanlar, hapiste olanlar ve yurtdışında olanlar) nezdinde çok önemli bir etki yarattı. 1985-1992 arasında Türkiye solunun en önemli teorik yayını olduğu rahatlıkla söylenebilir. Daha sonra gelen kuşaklardan sayısız aydın (“sayısız” kelimesini gelişigüzel kullanmıyoruz) bize 11. Tez’in kendi formasyonlarında çok büyük önem taşıdığını söylemişlerdir. Bu etki düzeyini, şu noktaya işaret ederek kanıtlamak mümkün: “sivil toplumculuk” olarak anılan harekete “sol liberalizm” adını uygun gören, 11. Tez dergisi ve yazarları olmuştur. Ve bugün bu akım “sol liberalizm” olarak tanımlanmakta ve tanınmaktadır. Yani “sivil toplumculuğa” adını veren 11. Tez’dir! Ve doktora tezleri bu kaynağa değinmeden yazılabiliyor! Bu durumda, ortada açık bir tahrifat olduğu çok açıktır. 

Üç tezde birden aynı eksikliğin olmasının bir nedeni olmalı. Biz bunu tartışmayacağız. Ama bunun basit bir dalgınlık, atlama, hatalı yargı sonucu olması bizce mümkün değil. Biz aklımıza gelen en basit, bir bakıma en iyi niyetli nedeni söyleyelim: 11. Tez, yeterince akademik bir kaynak olarak görülmemiş, dili aşırı derecede militan olarak değerlendirilmiş, dolayısıyla doktora veya yüksek lisans tezlerinin “nezih” dünyasına layık görülmemiş olabilir. Dediğimiz gibi, bu, tez yazarları bakımından da tez danışmanları bakımından da en “masum” açıklamadır. Ama “masum” ya da değil, bu tutumun Türkiye solunun bizce incelenmeye çok değer bir meselesini, “sivil toplumculuğun” tarihçesini çarpıttığı bizce tartışma ötesidir.

Bu “masum” dürtü belki bir rol oynamıştır. Ama bizim kuşkumuz bu tahrifatta çok daha derin politik ve ideolojik dürtülerin rol oynamış olması ihtimalinin yüksek olmasıdır. Neden? Çünkü 11. Tez’in Türkiye solunun hafızasından silinmesi çabasının tek örneği akademik alanda yer almıyor. Solun çok yaygın olarak okuduğu bir haber sitesi, yakın dönemde, Türkiye solunun tarihinde önemli roller oynamış olan Ayşe Nur ve Ragıp Zarakolu çiftinin yönettiği Belge (ya da bir aşamadan sonra Uluslararası Belge) Yayınları’nın önemini anlatırken yayınevinin 12 Eylül koşullarında yayınlanmış olan bir Marksist dergi olarak bile kendi başına önem taşıyan 11. Tez dergisinin yayınını, önemli riskler alarak, üstlenmiş olduğundan kelime bile etmekten kaçınmıştır! Burada, artık “akademik saygınlık” kriterlerinin rol oynayamayacağı açıktır. 11. Tez düpedüz yok sayılmaktadır!

Bunun nedeni elbette geçmişte “sivil toplumculuğa” ya da 11. Tez’in nitelemesiyle “sol liberalizm”e karşı olanların zaman içinde aynı akıma hicret etmesidir. Yani tarihin tahrifatı burada siyaset, özgeçmiş ve ideolojinin bir karışımı olan nedenlerle gerçekleştirilmektedir.

İşte tahrifat dediğimiz şey budur. Bu yazının geri kalanında Nail Satlıgan’ın Türkiye Marksizmi içindeki yerinin tahrifi yolunda atılan bazı adımları anlatacak ve eleştireceğiz.

Yazının tamamı Devrimci Marksizm dergisinin Bahar 2023 tarihli 53. sayısında yayınlanacaktır. Sayının Mayıs sonunda kitapçılarda olması amaçlanıyor.

Notlar:

(1)  “Komünist Devrimin Kitabı”, Devrimci Marksizm, sayı 15, Sonbahar-Kış 2011.

(2)  “Marksizmin Kuyumcusu”, 4 Mayıs 2013, https://gercekgazetesi1.net/teori-tarih/marksizmin-kuyumcusu

(3)  “Nail Satlıgan Dosyası”, Devrimci Marksizm, sayı 19, Sonbahar 2013-Kış 2014.

(4)  “Nail Yaşıyor Olsaydı”, 28 Nisan 2014, https://gercekgazetesi1.net/gundemdekiler/nail-yasiyor-olsaydi

(5)  Sungur Savran, “Az Olsun, Öz Olsun”, Nail Satlıgan, Emek-Değer Teorileri ve Dışticaret, İstanbul: Yordam Kitap, 2014 içinde.

(6)  Amacımız teşhir olmadığından, hele hele tez yazarlarının bu konuda herhangi bir art niyete sahip olup olmadığını değerlendiremeyeceğimizden burada kaynak göstermeyeceğiz. Ama dostlarımız ya da bizi eleştirebilecek olanlar arasında merak edenlere kaynakları (gerekirse isimleri örterek) gösterebiliriz.