You are here

Historical Materialism’in İstanbul konferansında anlattık, dinledik, tartıştık

İngiltere’de yayınlanan Historical Materialism (HM) dergisi, her yıl dünyanın farklı yerlerinden Marksist aydın ve akademisyenleri bir araya getiren konferanslar düzenliyor. Dergiyle aynı isimle düzenlenen bu konferanslar, farklı coğrafya, akım ve nesilden Marksist aydınların, yazarların birbirlerini tanıması ve Marksizmin meselelerini tartışması açısından oldukça önemli bir olanak sağlıyor. Devrimci Marksizm Yayın Kurulu üyelerinden bir grup yoldaşımız, daha önce Beyrut’ta HM’nin BICAR adlı Lübnan merkezli bir kuruluş ile birlikte düzenlediği konferansa gösterdikleri yoğun katılıma benzer şekilde, bu yıl İstanbul’da Kadir Has Üniversitesi’nde yapılan HM konferansına da katıldılar.

Konferansta Marksist siyasal iktisattan felsefeye, genç Marx’a yönelik biyografik çalışmalardan yapay zekâ teknolojisine, ekolojiden emperyalizm teorisine birçok alanda tebliğlere yer verildi. Devrimci Marksizm Yayın Kurulu ve Kolektifi’nden yoldaşlarımız da konferansa katılım gösterdiler. Devrimci Marksizm Yayın Kurulu tarafından hazırlık aşamasında önerilerek kabul edilmiş olan Devrimci Marksizm oturumunda ve bunun yanı sıra başka oturumlarda konuşmalar yaptılar. Sungur Savran yoldaşımız, faşizmin yükselişi, (Ahmet Tonak yoldaşımız ile birlikte) Üçüncü Büyük Depresyon, Lenin'in reddedilen mirası ve Devrimci Marksizm ve İngilizcedeki kardeş yayını Revolutionary Marxism üzerine konuşmalar yaparken, diğer yoldaşlarımız da konferansa işçi aristokrasisi, 21. yüzyılda emperyalizm ve Marksist din sosyolojisi gibi çok çeşitli alanlarda katkılar yaptılar. Bunlardan özellikle dergimizin yayıncılığının da ele alındığı Türkiye’de sosyalist yayıncılık üzerine olan panel, epeyce ilgi gördü. Bu panelde teorinin pratik açısından önemi, sosyalist aydının görevleri, proleter hareketten kopuşun nedenleri, bu kopukluğu gidermek için alınabilecek önlemler gibi daha geniş konular da hararetle tartışıldı.

Konferansın tümüne damga vuran etkinlik ise Filistin üzerine düzenlenen ortak paneldi. Bu panelde Sinan Odabaşı, Filistin halkına yönelik soykırım karşısında uluslararası hukukun açmazlarını anlattı. İran asıllı Kanadalı konuşmacı Sara Sagaii, 7 Ekim’den bu yana Amerikan halkının kalbinin İsrail’den Filistin halkına doğru meylettiğini verilerle kanıtladı. Tarih alanında doktora yapan genç bir aydın olan Madhumita Varma, İsrail ordusunun sivilleri hedef almasının ardında yatan tarihsel ve ideolojik saikleri ele alan konuşmasında İsrail’in soykırım işlemekte olduğunu tarihsel olarak ispatladı. Nihayet Lübnanlı akademisyen Ghada Waket, Filistin direnişinin dünya sanatı üzerindeki etkisini ele aldı. Bir yoldaşımız, bu panele ve konferansın düzenleyicilerine Emperyalizme ve Siyonizme Karşı Filistin Dostları adına tam da o gün Taksim’de gerçekleşen Filistin eyleminde polisin eylemcileri göz altına aldığı ve İsrail’in World Central Kitchen adlı yardım kuruluşunun üyelerini üç ayrı noktada infaz ettiği bir haftada Siyonist soykırımı kınamak üzere bir bildiri yayınlamayı teklif etti. Teklif, konferansın düzenleyicilerinden de anlamlı bulunarak alkışlarla karşılandı, ancak hayata geçirilmedi. Salonun açıkça Filistin halkının yanında olduğu konuşmacıların aldığı alkıştan da belli olduğu halde, katılımcıların desteğini alan böyle bir girişimin gerçekleşmemesi konferansın politik karakterine gölge düşüren bir gelişme oldu.

Konferansın bir diğer önemli anı Marksist Devrim Teorisi ve Strateji başlıklı panel idi. Lakin bu oturum bizi (ve açıkça görüldüğü kadarıyla pek çok dinleyiciyi de) hayal kırıklığına uğrattı. Her şeyden önce, konuşmaların niteliğinden bağımsız olarak belirtmek gerekir ki, panelin içeriğinin başlıkta belirtilen stratejik tartışmayla hiçbir ilgisi yoktu. Yapılan, yalnızca Marksist veya Marksizan (hatta kimi zaman anti-Marksist) bir siyaset felsefesi tartışmasıydı. Dünyanın içinde bulunduğu konumdan, devrimci yükselişlerden, ekonomik çöküntüden, faşizmin tırmanışından eser yoktu. Dahası, konuşmacılardan ikisi, Seattle isyanı ve hüsranının ardından otuz yıl geçtiği, sözümona “lidersiz” yahut “yatay” hareketler tüm dünyada yenilgi ardına yenilgi yaşadıkları, proletaryanın damgasını vuramadığı her türlü kimlik politikası niyeti ne olursa olsun burjuva politikasına çark ettiği hâlde hâlâ bu tarz siyasetleri savunmaktaydılar. Bu konuşmacılardan biri hatta, boylu boyunca Antonio Negri’yi övdüğü konuşmasını “yoldan çıkaran bir reformizm” çağrısıyla bitirdi. Bir yoldaşımız Negri’nin savunduğu politik perspektifin sürekli olarak hüsranla sonuçlandığını, buna karşılık 2011’den beri yaşanan devrimlerin sınıf politikası güden partilerin yokluğu dolayısıyla kanla bastırılmış olduğunu hatırlattı.Son konuşmacı Paul Reynolds ise kendinden önceki iki konuşmacıyla polemik hâlinde bir öncü savunusu yaptıysa da bu öncü, tamamen kurumsal eşkâlden yoksun, sınıf siyaseti içindeki konumu belirsiz, yani neye öncülük edeceği müphem soyut bir felsefî kavramdan ibaret kaldı. Reynolds, bu savunusunda ne yazık ki öncünün mikro, orta ve makro düzeydeki siyasetleri birleştirmek, teori ile pratik dengesini sağlamak, militanların umutsuzluğa kapılmasını önlemek gibi genel geçer ve sınıf siyasetiyle özel bir ilişkisi olmayan özelliklerini sıralamaktan başka bir şey yapmadı. Konuşmasını da biri Gramsci’den, öbürü Galli edebiyat eleştirmeni ve kültür kuramcısı Raymond Williams’dan birbiriyle bağlantısı olmayan iki alıntıyla bitirdi. Uzun uzun felsefe tartışılmış bir Marksist konferansın kapanışında, üstelik de strateji başlığı altında hala felsefe tartışması yapılıyorsa, buna itiraz edilmesi gerektiği de açıktı. Buna karşın, salondaki yoldaşlarımızın tam da bu noktada dile getirdikleri itirazlar Reynolds tarafından “sekter” olmakla suçlandı.   Marksizmin bütünüyle dışında yer alan tavırlara gösterilen hoşgörü ile strateji konusunda “yatay örgüt” ilkesi üzerine olumlu olumsuz görüşlerden başka hiçbir şeyin konuşulmadığı bir paneli güncel dünyadan kopuk kalması dolayısıyla eleştiren bir yoruma karşı bu hırçınlık arasındaki fark, herhalde daha derin bir anlam taşıyor olmalıdır.

Tüm bu kafa karışıklığı ve postmodernizmin süregiden etkisine rağmen, konferansı kıymetli buluyoruz. Postmodernizmin özellikle strateji oturumuna yansıyan gölgesine rağmen, Devrimci Marksizm / Revolutionary Marksizm ekibi, konferans boyunca özellikle genç aydınlardan büyük ilgi gördü, bu insanlarla birçok konuda fikir ortaklığının mevcut olduğu açıkça görüldü, yeni bağlar kuruldu. Aynı zamanda genç Marksistlerin uluslararası sol düşüncenin soluğunu hissetmesi, ufkunu, kazanımlarını, sınırlarını ve sorunlarını kavrama fırsatı bulması çok önemlidir ve onların daha enternasyonalist bir kavrayışa açılması bakımından olanaklar yaratacaktır.Marksizmin uluslararası ölçekte tartışılmasına vesile olan bu olanağı İstanbul’da ikinci kez sunan Historical Materialism ve Praksis dergileri ile Mülkiyeliler Birliği, Sosyal Araştırmalar Vakfı ve Türk Sosyal Bilimler Derneğibu yararlı çabayı gelecekte de göstermeye devam ederse önemli bir görevi yerine getirmiş olacaktır.

Devrimci Marksizm / Revolutionary Marxism ekibi, Beyrut konferansında postmodernizmin ve postkolonyalizmin konferansa nasıl hâkim olduğunu şaşkınlıkla gözlemişti. Sonuç olarak o konferans da adı “Tarihsel Materyalizm”, yani Marksizm olan bir derginin bayrağı altında yapılıyordu. İstanbul konferansında postmodernizmin etkisi özellikle akşamları düzenlenen toplu oturumlarda (“plenary”lerde) hissedilmekle birlikte, Marksizmin yöntemiyle yapılan oturumlar da epey ağırlık taşıyordu. Bunun son on yılda postmdernizmin sol içindeki nüfuzunun gerilemesiyle ilgisi olabilir. Buna ek olarak, tarihî nedenlerle Lübnan’ın kültürel atmosferinde Fransızca’nın ve postmodernizmin vatanı olan Fransa’nın etkisinin yüksek olması da bu duruma katkıda bulunmuş olabilir. Türkiye’de son yarım yüzyılda Marksizme taarruz bakımından esas rolü postmodernizmden ziyade sol liberalizmin oynamış olması ve “yetmez ama evet” sefaletinden sonra bu ekolün aydınlar nezdindeki itibarının bir darbe almış olmasının da bu farkta etkisi olabilir. Her ne nedenle olursa olsun, postmodernizm bu konferansa tek başına hâkim olamadı. Devrimci Marksizm de bu yönde kendi alçakgönüllü katkısını yaptı, yoldaşlarımız bulundukları her oturumda tebliğleri, soruları ve yorumlarıyla Marksizmin sesini yükseltti.